5.3.11

olumlayan şarkılar

1. (ŞU ARALAR)
Talkin', MIDNIGHT SUN, Danimarka, 1971.
2. (ESKİ)
Tobacco Road, JEFFERSON AIRPLANE, ABD, 1966.
3. (ŞU ARALAR)
Where You Going to Be, MIDNIGHT SUN, Danimarka, 1971.
4. (ESKİ)
Pretty As You Feel, JEFFERSON AIRPLANE, ABD, 1971.
5. (YAKIN ZAMAN)
Happy Nightmare, FOCUS, Hollanda, 1970.
6. (YAKIN ZAMAN)
Paxton's Backstreet Carnival, STRAWBERRY ALARM CLOCK, ABD, 1967.
7. (ÇOOK ESKİ)
Please Come to Chicago, CSNY, ABD, 1971.
8. (Video) 
(YAKIN ZAMAN)
Love, STONE THE CROWS, İskoçya, 1970.





Bir de kollarını şööle hafif yukarı kaldırıp, omuzlarından, belinden sakin hareketlerle ve yüzünde son derece kendinden hoşnut bir ifade ile sallanılan şarkılar var. Dans etmek değil kastım, ‘dans müziği’ çok başka (ve yer yer sıkıntılı) bir konu. Ben, tatlı tatlı sallanan ve kendisi ile birlikte sallandıran müziği diyorum. Olumlu bir havası olan müzik yani,  nefis. Güneşli, çiçek kokulu, Age of Aquarius halleri, Summer of Love havaları. Midnight Sun’ın kapağı gibi.




Şu aralar bu albümü dinledikçe ilk gençlik yıllarının kopkoyu melankolik, depresif şarkılarla geçen dönemlerine üzülüyorum. Kötü müzik değil elbet, onlar da zevkle dinleniyor, ama bir yandan da yazık. Şöyle bir durum var sanki; 90’ların başlarından beri müzik endüstrisi, (başka şeylerin yanında) ergen bunalımının da çok bereketli bir pazar oluşturduğunu fark etmiş durumda. Belki de müziğe düzenli ve yoğun olarak para veren grubun yaş ortalaması zamanla 20’lerden 12-17 arasına yönelmiştir, o yüzdendir, ama sonuçta ortalık, tam da zavallı bizlerin ilk gençlik yıllarında, bu kitleyi hedeflemiş gruplarla dolmuş oldu: enerjik olduğunda güçlü ya da yönelimli değil, sadece taşkın olan bir enerji, olmadığında ise depresif: tam ergen halleri işte. Başımın üstünde yeri olan istisnalar bir yana, MTV’nin rock müziği bu değil mi? (Sözlerden bahsetmiyorum bu arada, sözlerle neredeyse hiç ilgilenmiyorum, en azından burada. O yüzden lafı açılmışken söyleyeyim; dikkat etmeden, nefis müzik diyip rezalet bişeyler anlatan şarkılar koyabilirim buraya. Böyle bir durumda beni siyaseten doğruculuk adına hafiften uyaran olursa memnun olurum.)
Bu benimki kötü bir tavır oldu aslında, şurada çalan müziği neredeyse zıddı olan üzerinden anlatmaya çalışmak. Ortada iyi bir şey varsa onu övmek gerek aslında, o kadar.

Olumlu, olumlayan. Ama illa ki cıvıl, neşeli de değil. Belli belirsiz bir hüzün de olabilir içinde, ama puslu, bulantılı bir hüzün değil, o da berrak, kendisinden hoşnut bir hüzün. Bazı Rumeli, Ege ya da Karadeniz türkülerindeki gibi. Ve ritmik olarak da, çoğu zaman aksayan bir ritim. Ölçüde 6/8 pek güzel aksıyor, daha standart 4/4, 8/8 de olabilir, isteyen onun da belini pek güzel kırıyor. Ama videodaki Love misali 7/8 gibi kendiliğinden oynak bir şey olursa daha bi tatlı oluyor. (7/8, 9/8, 10/8; bunlar gayet alaturka yapılar zaten. Bu şarkıya göbek de atılır;).
Stone the Crows’un vokalinin (Maggie Bell) pek güzel bir sesi, şarkı söyleyişi var; güçlü, biçimli. Şarkının ortasındaki tribal bölüm bence lüzumsuz. Bu şarkı için en azından. Bir de, şarkının albüm versiyonu böyle canlı, güçlü değil, bu videoda daha tempolu ve dolu dolu çalmışlar.




Please Come to Chicago, benim CSNY’nin (Neil Young da sürekli olunca böyle oluyor isim) bir filmden öğrendiğim ikinci şarkısı. Konu yine Vietnam, bu sefer bir yarı belgesel, gerçek bir hikaye. Chicago’daki savaş karşıtı gösterilerde tutuklanan insanların mahkemesi ile ilgili. Yine yıllarca aklımda tutup internet ortaya çıkınca ulaştığım bir şarkı.

Ve bu şarkıyla ayyuka çıkan, olayın bir de bu yönü var; bu şarkılardaki çiçek kokusu sadece estetik bir tercih de değil. Zamanın naif, bile bile naif, ve bu yüzden de naif olmayan bir şekilde naif (“gerçekçi ol, imkansızı iste”de olduğu gibi) politik eylemciliğinin de bir yansıması bu. Ya da, belki de gerçekten de, sanat hayatı değil de hayat sanatı taklit ediyordur, ve çiçek gücünün siyasi içeriği aslında o şarkılardaki çiçek kokusunun yansımasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder